HUKUKİ MAKALELER
 Türkiye Barolar Birliği
 Yargıtay
 Danıştay
 Sayıştay
 İstanbul Barosu
 Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü

İDARENİN MANEVİ ZARAR SORUMLULUĞU

 

AVUKAT EROL TÜRK

[email protected]

Özet: İdari yargıda maddi tazminatla beraber manevi tazminat talepli davalar da açılabilmektedir. İdarenin manevi zarardan sorumluluğu hangi hallerde doğar?  İdarenin hangi kusuru karşısında manevi tazminat talepli dava açılabilir? Makalemizde idarenin manevi zararlardan doğan sorumluluğunu açıklamaya çalışacağız.

1-Manevi zarar nedir:

          İdarenin, işlemleri yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönünden yargı denetimine tabidir. Manevi zarar, idarenin haksız bir işlem veya eylemi neticesinde bir kimsenin malvarlığı dışında, kişilik değerlerinin, hukuksal değerlerinin ihlal edilmesi sonucu meydana gelen eksilmedir. Manevi zararı gözle görülmeyen ancak kişinin ruhsal değerlerinde yaratılan acı ve ızdırap şeklinde ifade edebiliriz. Açılan manevi tazminat davsıyla kişinin ruhsal değerleri üzerinde yaratılan acıları dindirmek, kırılan yaşam arzusunu yenilemek, yaşama yeniden bağlanmasını sağlamak ve bozulan ruhsal dengeyi sağlamak amacıyla karşılığında belli bir para ödenmesi talep edilir. Başka bir anlatımla hukuken korunan kişisel değerlere yönelmiş bir işlem veya eylem sonucu meydana gelen bir eksilmenin giderilmesi istenir.

            Manevi tazminat davası ile güdülen amaç, zarar gören kişinin malvarlığının arttırılması değil bozulan psikolojisinin onarılmasıdır. Borçlar kanununda manevi zararın tazmini için öncelikle sorumluluk sebeplerinden birinin gerçekleşmesi gerekir. Bu bir kusur sorumluluğu olabileceği gibi bir kusursuz sorumluluk hali de olabilir. Hangi sorumluluk söz konusu ise onun şartları gerçekleşmiş olmalıdır. Manevi tazminat için ayrıca özel bir kusur şartı aranmamaktadır. Ancak idare hukukunda manevi zararın giderilmesi için kusur şartı aranmaz. Yani idare kamu görevlisinin kişiye verdiği zarardan kusursuz bile olsa sorumludur. İdare hukukunda bu tür sorumluluğa kusursuz sorumluluk denir. 

2-Yasal düzenleme:

            Anayasanın 125.ci Maddesinde idarenin her türlü işlem ve eylemlerine karşı yargı yolu açıktır hükmü düzenlenmiştir. Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir. Milletlerarası tahkime ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir. 

            İdarî işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlar. Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.

            İdarî işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir. Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca millî güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir. İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.

 

            Yargıtay Hukuk genel Kurulunun 03.05.2000 tarihli kararı:

            İdari yargı ve Danıştay’ca verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının salt uygulanmaması, bu kararları uygulamayan kamu görevlilerinin, zararın gerçekleşmesi halinde tazminatla sorumlu tutulmasını gerektirici bir olgudur. Diğer bir anlatımla sorumluluk için idare, o zamanın-kamu görevlisinin-ayrıca kin, garez, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket ettiklerinin araştırılmasına gerek yoktur. Salt yargı kararının yerine getirilmemesi sorumluluk için yeterli bir unsurdur.(1) 

Anayasa Md.2’ye göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik, sosyal bir hukuk devlet’idir. Hukuk Devleti insan hak ve özgürlüklerini ön planda tutan, bu hakları koruyucu, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yönetenlerin her türlü işlem ve eylemlerinin yargı denetimine tabi olduğu bir devlettir.

3-Hukuk devleti ilkesi:

Gerçekte, bireylerin devlete karşı güven duyabilmeleri, maddi ve manevi varlıklarını serbestçe, korkusuzca geliştirebilmeleri, ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistem içinde mümkündür. Hukuk Devleti ilkelerinin yaşamda tutulması, amacının sağlanması için bağımsız yargı kararlarına uymanın kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu açıktır. İşte bu nedenledir ki, yasa koyucu, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine yargı yolunu açık tutmuş, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu hükme bağlamıştır.

Anayasa'nın 138. maddesi hükmüne paralel olarak; 2577 sayılı İYUK. Md.28/1 Danıştay, Bölge idare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre, idare gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiç bir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Md.28/4 fıkrasıyla mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açabilir şeklinde bir düzenleme getirilmiştir.

 

 4-Kusursuz sorumluluk ilkesi:

         Kusursuz sorumluluk, idarenin hukuka uygun eylem ve işlemlerinden doğan zararları bazı durumlarda kusurlu olup olmamasına bakılmaksızın idarece tazmin edilmesidir. Kusursuz sorumluluk, idare hukukuna daha çok yargı kararlarıyla kazandırılmış bir yumuşama olarak değerlendirilebilir. Kusursuz sorumluluk kısa bir geçmişe sahiptir. İdarenin kusursuz sorumluluğu ilkesi yargı kararlarıyla oluşmuştur. Hukuk sistemimizde kusursuz sorumluluk ilkesi daha çok Danıştay kararlarıyla gelişme kaydetmiştir.

Öğretide ve yargı kararlarında ana görüş, yargı kararlarını uygulamamak, kişisel kusur oluşturur yönündedir.  Yürütmenin durdurulması kararları da nihai kararlar gibi bir mahkeme kararı olduğundan, yürütme ve idarenin bu kararlara uyma zorunluluğu çok açıktır.

Ancak İdari yargı ve Danıştay'ca verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının uygulanmaması, bu kararları uygulamayan kamu görevlilerinin, zararın gerçekleşmesi halinde tazminatla sorumlu tutulmasını gerektirir. Diğer bir anlatımla idarenin sorumluluğu için, kamu görevlisinin ayrıca kin, garez, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket edip etmediğinin araştırılmasına gerek yoktur. Salt yargı kararının yerine getirilmemesi sorumluluk için yeterli bir unsurdur. (2)

            Yargı kararını uygulamamak, kamu görevlisinin, kişisel kusurunu da oluşturduğundan ayrıca cezai sorumluluğu da vardır. Yargı kararını yerine getirmemek suçtur. Konusu suç teşkil eden bir emir, hiçbir suretle yerine getirilmez. Yerine getiren kimse ise sorumluluktan kurtulamaz. 

Manevi tazminat talebiyle açılan davada tazminata hükmedilmesi için, idarenin ağır hizmet kusuru işlemesi koşuluna bağlı değildir.  Yargı kararının yerine getirilmemesinden kişinin duyduğu üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi için, manevi tazminat olarak bir miktar paranın ödenmesine karar verilmesi gerekir.  

Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 1983/10 sayılı kararında da belirtildiği gibi bazı idari işlemler nedeniyle doğan zararlar, işlemin yapıldığı anda bellidir ve kesinlikle tespit edilebilir. Örneğin bir yıkım işleminde bir kamulaştırma işleminde veya bir ithal izni verilmemesi işleminde doğan zararın miktarı bellidir.  Yani parasal değerinin tespiti mümkündür.  Bazı idari işlemlerden doğan zarar ise, işlemin yürürlükte kaldığı süre ile bağlantılı olduğundan, zararın miktarını işlemin yapıldığı tarihte belirleme olanağı yoktur. Zarar, zararı doğuran idari işlem yürürlükte kaldığı sürece devam edecektir.

 Kamu görevlileri hakkında bu sıfatları nedeniyle alınan kararlardan ve yapılan işlemlerden doğan zararların hemen tamamı, statüleri gereği kendilerine aydan aya verilen maaş ve sair ödemelerden, yan ödemeler, ek ders ücreti, fazla çalışma ücreti, mahrumiyet yeri ödeneği, aile yardımı ödeneği v.s.gibi yoksun kalmak şeklinde ortaya çıkmaktadır. 

2577 sayılı İ.Y.U.Yasası Md.12’ye göre idari işlemlerden doğan ve iptal ya da iptal ve tam yargı davalarının açılmasından sonra da devam etmekte olan zararlarla ilgili olarak tam yargı davası açma hakkının belirtilen biçimde kullanılmasını engelleyici bir hüküm içermediğini vurgulamak gerekir.

2577 sayılı İ.Y.U.Yasası Md. 12’ye göre idari işlemlerden doğan zararlarla ilgili tam yargı davasının idari işlemin tebliği tarihinden itibaren 60 gün içinde doğrudan veya iptal davasıyla birlikte açılmasını zorunlu kılmamıştır.  Altmış gün içinde iptal davası açıldıktan sonra davanın sonucuna göre ayrıca tazminat davası da açılabilecektir. Hukuka aykırı idari işlemler nedeniyle uğranılan gerçek zararların, hukuk devleti ilkesinin doğal sonucu olarak işlemi tesis eden idarece tam olarak karşılanması gerektiğinden bu tür işlemlerden doğan ve süregelmekte olan zararların karşılanması için, süre koşuluna uyulmak kaydıyla, kısımlara ayrılarak da dava konusu yapılması mümkündür.

İdarenin eylem ve işlemlerinden dolayı manevi tazminata hükmedilmesi için, hizmet kusuru sonucunda kişilerin manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelmesi, elem ve ızdırap duymaları, yaşama zevklerinin azalması, haysiyet ve şereflerinin rencide edilmesi, idarenin işlemde ağır ve önemli nitelikte yanlışlık ile yasaya aykırılık olması gerekir.

 İdarenin hukuka aykırı bulunan her işlemi için ilgililere manevi tazminat ödemesi olanağı yoktur.  Manevi tazminat, kişini malvarlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir.

Manevi zarara karşılık mahkemece takdir edilecek manevi tazminatın, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye yol açmayacak miktarda, fakat idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde saptanması zorunludur. Örnek vermek gerekirse sınavı kazanmasına karşın idare tarafından daha önce yargılanıp beraat ettiği bir davadan bahisle hukuka aykırı olarak kamu görevine atanmayan kişinin bu işlem sonucunda elem ve üzüntü duyacağı kuşkusuzdur. Manevi tazminata hükmedilebilmesi idarenin ağır hizmet kusuru işlemesi koşuluna bağlı olmadığından, olaydan duyduğu üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi için İdare Mahkemesinde dava açan kimseye belli bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesi hukuka uygun düşecektir.

            Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.06.2006 tarihli kararı:

Davacı, yürütmeyi durdurma kararının gerçek ve kalıcı nitelikte uygulanmadığı iddiasıyla manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Yürütmeyi durdurma kararı, mahkeme kararı olduğundan anılan kararlara yürütme ve idarenin uyma zorunluluğu vardır. Yargı kararlarına uyulmaması kamu görevlileri yönünden kişisel kusur oluşturur. Kararların yerine getirilmemesi sorumluluk için yeterlidir. Sorumluluk için idarenin ve kamu görevlisinin ayrıca kin, garez, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket etmesine gerek yoktur.

        Dosya kapsamından davalının imza ve işlemleri ile yürütmeyi durdurma kararının gerçek ve kalıcı şekilde uygulanmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda zararın kabulü ile davalının sorumlu tutulması gerekir.(3)

 

5-Yargı kararının gerçekten uygulanması gerekir:

         İdarece idari yargı kararının gerçek anlamda uygulanması gerekir. Başka birinin idari yargı kararı ile göreve dönmesi halinde, kadro yokluğu ileri sürülerek atama geciktirilemez. Kadronun boşaltılmasında hukuki zorunluluk yoktur. Mevcut yasal düzenlemeye göre yargı kararının kadro aranmaksızın uygulanması gerekir. Aksi halde gerçek ve kalıcı nitelikte yargı kararının uygulandığından söz edilemez. Hukuk Devleti ilkelerinin yaşamda tutulması, amacının sağlanması için bağımsız yargı kararlarına uymak kaçınılmaz bir zorunluluktur.

          İşte bu nedenledir ki, yasa koyucu idarenin her türlü eylem ve işlemlerine yargı yolunu açık tutmuş, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu hükme bağlamıştır. Yerleşik yargı kararlarında yargı kararlarını uygulamamak kişisel kusuru oluşturacaktır görüşü benimsenmiştir.

 

            Yargıtay Hukuk Genel kurulunun 28.11.2012 tarihli kararı:

            Davacı, Üniversite Tıp Fakültesi Akademik Kurul üyeleri olan davalıların, görevleri sırasında çalışma düzenine ilişkin olarak verdikleri kararlar nedeni ile zarara uğradığını ileri sürerek davalılardan manevi tazminat talep etmektedir. Davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, husumet kamu görevlisine değil, idareye yöneltilmelidir. Dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davalılar hakkındaki davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi gerektiği gözetilmeden için esasının incelenmiş olması hukuka aykırıdır. (4)

 

6-Kamu görevlileri yetkilerini kullanırken dikkatli olmak zorundadır:

            Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, kusurları sonucu kişilere verdikleri zararlardan dolayı, zarar görenler kamu görevlileri aleyhine tazminat davası açabilirler.

Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken, kişilerin zarar görmesi halinde, zarar görenin kamu görevlisinin şahsına karşı açtığı davada, kamu görevlisinin hizmet kusurundan ayrılabilen kişisel kast ve kusurunun araştırılmasına gerek yoktur.

            Kamu kurumları kamu hizmeti yaparlar. Kamu kurumları tüzel kişiliğe sahip olduklarından, bahsedilen kişilik maddi değil soyut bir kişiliktir. Tüzel kişi, kamu hizmetini bizzat yerine getiremez. Bu nedenle kamu hizmeti, gerçek kişi konumunda olan kamu görevlileri ve bunların kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilir. Bunun sonucu olarak, kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirildiği sırada kişilerin zarar görmesi halinde meydana gelen kusur, kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Burada, kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmek kesinlikle mümkün değildir. Kamu görevlisinin buradaki kusuru hizmet kusurunu oluşturur.  Hizmetten ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayatı ile tamamen özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur. 

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için örnek vermek gerekirse:

Sabahleyin aracı ile kamu hizmetini yerine getirmek için çalıştığı hastaneye gelen doktor, aracını park ederken kendisinden önce hastaneye gelmiş olan bir hastanın aracına çarpıp zarar vermesi halinde bu, doktorun kamu hizmetiyle ilgili olmayan kişisel kusurudur. Aynı doktorun aracını park ettikten, hastanedeki poliklinik odasına girdikten sonra görevi olan sağlık hizmeti ile ilgili yaptığı-teşhis, tedavi ve ameliyat gibi-eylemlerde bir kusur olursa bu kusur hizmet kusurudur. 

          Yukarıda verdiğimiz örnek konusunda sağlıklı bir sonuca ulaşmak için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemelere bakmak gerekir. Anayasa'nın 129/5 maddesinde; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, görevlerini yaparken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, rücu edilmek kaydıyla kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılacak dava ile talep edilebilir.

 

7-Devlet Memurları yasası: 

657 sayılı Devlet Memurları Yasasının kişilerin uğradıkları zararlar başlıklı Md.13’e göre:  kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil ilgili kurum aleyhine dava açarlar. 

Borçlar Yasası'nın -Haksız muamelelerden doğan borçlar başlıklı- maddesinde; gerek kasten gerek ihmal ve dikkatsizlik yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar veren şahıs o zararın tazminine mecburdur.

           Anayasa'nın 129/5 maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasasının 13. Maddesinin Borçlar Yasasının haksız fiilleri düzenleyen hükmü ışığında yorumlarsak kamu görevlileri aleyhine kişisel kast ve kusurlarının varlığı halinde Adli Yargıda dava açılabileceğinin kabulü mümkün değildir. Çünkü Borçlar Yasası genel bir hüküm olup, yine genel olarak zarar ika eden şahsı esas almış olup, kamu görevlisi veya memurdan bahsetmemektedir. Bir konuda hem genel hüküm, hem de özel hüküm varsa, o takdirde özel hükümlere üstünlük verilerek uygulama yapılması hukukun temel kuralıdır. 

Anayasa'nın 129/5 maddesiyle 657 sayılı Devlet Memurları Yasasının 13. Maddesi, yorum gerektirmeyecek kadar açık, net ve emredicidir. Yasalar iptal edilmedikçe veya değiştirilmedikçe yürürlüktedir. Mevcut hükümleri ile uygulanmaları gerekir. Yargı, uygulamaları ve bir kısım sosyal ihtiyaçlar nedeni ile yasaların yetersizliği veya değiştirilmesi gerektiği düşünce ve kanaatinde olsa dahi, yorum yolu ile yürürlükteki Anayasa ve yasa maddelerini uygulamaktan kaçınamaz. Yorum yolu ile Anayasa ve yasalara aykırı uygulama yapamaz ve karar veremez. Yasal düzenleme yapma yetkisi ve görevi T.B.M.M.'ne aittir.  Sonuç olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlı hareketleri ve kusurlarından dolayı doğan tazminat davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ancak kamu idaresi aleyhine dava açılabilecektir.

Anayasa Md. 125 /son fıkrasında “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” hükmüne yer verilmiştir. 2577 sayılı İ.Y.U.Yasası Md.2/b de idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları idari dava türleri arasında gösterilmiştir.

 

8-Kamu görevlilerinin mali sorumluluğu:

   Kamu personelinin mali sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler öncelikle Anayasa olmak üzere ilgili kanunlarında yer almaktadır. Anayasasının “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40.maddesinin Ek fıkrası uyarınca Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır hükmünü içermektedir. İdareye karşı yargı yolunu düzenleyen -Yargı Yolu- başlıklı125.maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde: İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. Son fıkrasında da İdare,

kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür şeklindedir. 

Kamu görevlilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen 129. maddesinin birinci fıkrasında: Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler. Beşinci fıkrasındaki düzenleme ile de; Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir hükümleri yer almaktadır.

           Anayasanın bu hükümleri ile amaçlanan, memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemektir.  Kamu hizmetinde süreklilik esastır. Kamu hizmetinin aksatılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişiler yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan devlet gibi bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır.

           Anayasa hükümlerine paralel düzenleme 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun

13. maddesinde yer almaktadır. Anılan kanunun değişik, birinci fıkrasında; Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. 

Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kâğıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.

           Anayasa'nın 40/3, 125 /son, 129/5 maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiştir. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak rücu edilmek şartı ile idare aleyhine açılabileceği açıkça ifade edilmiştir. 

Bir uyuşmazlığın çözümünde Anayasa'nın129/5.maddesinde yer alan -yetkilerini kullanırken işledikleri kusur- ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır ki, bu noktada kusur ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır. Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Uygulamada ve öğretide kabul gören tanıma göre; kusur, hukuk düzenince uygun görülmeyen ve kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısaca, kusur, genel tanımıyla, hukuk düzeni tarafından hoş karşılanmayan bir davranış tarzı olup, kınama, o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır. 

Yine, öğreti ve uygulamadaki hâkim görüşe göre, sorumluluk hukuku açısından kusur, kast ve ihmal olmak üzere ikiye ayrılacağı kabul edilmektedir. Bu bağlamda, kast hukuka aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi, ihmal ise, hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir

 

Yargıtay Hukuk Genel kurulunun 11.12.2003 tarihli kararı:

İdare hukuku ilkeleri çerçevesinde bakıldığında, bir kamu görevlisinin görev sırasında, hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun, kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı ve bu nedenle açılacak davaların ancak idare aleyhine açılabilecektir. (5) 

 

9-Kavramları tanımlayalım:

Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya kamu görevlerini yerine getiren personel kavramlarıyla neyin amaçlandığını da açıklamak gerekir. İdarenin sorumluluğunun bir şartı da, zararın, memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından görevini yerine getirirken ve görevle ilgili yetkilerini kullanırken gerçekleştirilmiş olmasıdır. Şu halde görevin ifası, yetkinin kullanılması ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel bir bağ bulunmalıdır. Kısaca ifade edersek zararın, kamu görevi yerine getirilirken, bu görev ve yetki nedeni ile doğmuş olması gerekir.  Memur ve diğer resmi görevlilerinin kamu görevlisi sıfat ve kapasiteleri dışında özel bir kişi olarak, özel hukuk hükümlerine göre özel işlerini yaparken üçüncü kişilere verdikleri zarardan doğrudan doğruya kendileri sorumludur. 

 Kamu görevlisinin, hizmet içinde veya hizmetle ilgili olmak üzere tutum ve davranışının suç oluşturması, ya da hizmeti yürütürken ağır kusur işlemesi, düşmanlık, siyasal kin gibi kötü niyetle bir kişiye zarar vermesi halinde dahi, idare gözetim ve iyi eleman seçme yükümlülüğünü yerine getirmediği için verilen zarar hizmet kusuru sayılmalıdır. Bu nedenle açılacak dava idareye yöneltilmelidir.

             Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki, kişilerin uğradığı zararla, zarara sebebiyet veren kamu personelinin yürüttüğü görev arasında herhangi bir ilişki kurulabiliyorsa, ortada görevle ilgili bir durum var demektir ve bu tür davranışlar kasten veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın, kamu personelinin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları olarak ortaya çıkmaktadır.  657 sayılı Yasanın 13'üncü maddesindeki -kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlar- ibaresinde ifadesini bulmaktadır. 

Anayasanın 129/5.maddesinde kusur şartından bahsedildiğine göre yetkisini kullanan memurun veya kamu görevlisinin işlediği eylemin kasten mi yoksa ihmal sonucu mu gerçekleştirdiğine bakmadan,  kamu görevlilerinin eylemlerinden doğan davaların idare aleyhine açılması gerektiği kabul edilmelidir. 

 

            Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 30.04.2014 tarihli kararı:

            İdari eylem ve işlemlerden doğan uyuşmazlıklar bakımından genel görevli yargı yeri idare mahkemeleridir. Adli yargı yerleri ancak özel düzenlemelerin varlığı halinde, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan uyuşmazlıkları çözümlemekle görevlidirler. Kural olarak idarenin zarar doğuran her türlü eylem ve işleminden doğan zararlar idari yargı yerinde dava konusu yapılmaktadır. Somut olayda bu genel kuralın istisnası niteliğinde olmadığından, hizmet kusuru nedeniyle oluşan zarardan kaynaklanan bu davanın İdareye karşı idari yargı yerinde tam yargı davası olarak açılması gerekir. (6)

10- Danıştayın görüşü:

         2577 sayılı İ.Y.U.Yasası Md.2/b İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davasının idari yargı yerinde açılacağı düzenlenmiştir.

            Devlet Hastanesinde apandisit ameliyatı olan davacı batın bölgesinde unutulan gazlı bezin ameliyatla çıkarılmasına kadar geçen süre içinde yaşadığı acı ve üzüntü sebebiyle idari yargıda manevi tazminat davası açmıştır. İdare mahkemesi davacının uğradığı acı, ızdırap ve üzüntünün davalı idarece yürütülen sağlık hizmetinde görevli personelin gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek sağlık hizmetinin kusurlu işletildiğine, davacının ikinci kez yapılan ameliyatla çektiği acı, üzüntü ve ızdırap sebebiyle manevi tazminat istemini kabul ederek manevi tazminata hükmetmiştir. Danıştay 15.Hukuk Dairesi 31.03.2016 tarihli kararı ile idare mahkemesinin kararını onamıştır. (7)

İdarenin Kusurlu sorumluluğunda yer alan hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, hizmetin geç işlemesi veya hizmetin hiç işlememesi hallerinden birinin gerçekleşmiş olması halidir. Hizmet kusuru, Borçlar kanununda düzenlenmiş olan haksız fiilden farklı olup idare hukukuna özgü olaylara göre değişebilen, esnek bir sorumluluk türüdür. Hizmet kusurunun kapsamı Yargıtay kararları ile oluşturulmuştur.

 

Danıştay 15. Hukuk Dairesinin 14.04.2016 tarihli kararı:

Büyükşehir belediyesinin görevi, yetki alanındaki mahalleleri ilçe merkezine bağlayan yollar, meydan, bulvar, cadde ve ana yolları yapmak, yaptırmak, bakım ve onarımı ile bu yolların temizliği ve karla mücadele çalışmalarını yürütmek, kentsel tasarım projelerine uygun olarak bu yerlere cephesi bulunan yapılara dair yükümlülükler koymaktır. Hizmetin iyi işlememesi sonucu kişilerin zarara uğramaları halinde, doğan zararların idare tarafından karşılanması gerekir. 

Ayrıca, hizmeti yürüten personelin görevi sırasında yaptığı eylem ve işlemlere dair kişisel kusurunun hizmet kusurunu oluşturacağı ve idarenin de bu zararın tazminiyle sorumlu tutulacağı, idare hukukunun bilinen ilkelerindendir. Hizmet kusuru, kamu hizmetinin organizasyonu ve işleyişinden kaynaklanır. Kamu hizmeti eksik veya kötü yürütülmekteyse veya bu faaliyet hizmet gerekleriyle bağdaştırılamayacak nitelikteyse, idarenin hizmeti kusurlu yürüttüğünün kabulü zorunludur. Ancak idarenin işlem ve eylemleri dolayısıyla hizmet kusuru işlediğini söyleyebilmek için saptanan hukuki sakatlığın bir dereceye kadar ağır ve önemli olması gerekmektedir.

İdare Mahkemesince meydana gelen trafik kazasında kusur oranın belirlenmesi için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda; davaya konu araç sürücüsü Karayolları Trafik Kanununa aykırı olarak aracını teknik özellik, çevre, yol ve hava koşullarına uygun hızda sevk ve idare etmeyerek maddi hasarlı trafik kazasının meydana gelmesine neden olmuştur.  Bu durumun kendisini % 100 kusurlu duruma düşürdüğü, yolun yapımı, bakımı ve onarımından sorumlu davalı idarenin kazanın oluşumunda kusurunun bulunmadığına yönelik görüş bildirilmesi üzerine, Mahkemece bu görüş doğrultusunda davacıların maddi tazminat istemlerinin reddine karar verilmiştir.

Dava dosyasındaki kaza tespit tutanağının incelenmesinden kaza mahallinde sol orta refüjden başlayan ve yolu yer yer ıslatan su izlerinin olduğu belirtilmiş ayrıca kaza krokisinde de gösterilmiştir. Ayrıca Sulh Hukuk Mahkemesine sunulan bilirkişi raporunun yol değerlendirme bölümünde yol zemininin altından çıkan bir su kaçağının yolu ıslak hale getirdiği bunun da asfalt kaplamayı bozduğu, olay mahallinin öncesinde de yolun ıslak olduğuna dair sürücüleri uyaran ikaz ve uyarı işaretine rastlanmadığı belirtilmiştir.

Mahkemece karara esas alınan rapor ile Sulh Hukuk Mahkemesine sunulan bilirkişi raporunun birbiriyle çelişmesi, yol zeminindeki ıslaklık ya da bozulmanın kaza tespit tutanağı ile de ortaya konulması karşısında bakım ve onarım yapmayan ve ilgili uyarıcı herhangi bir işaret koymayan idarenin kamu hizmetini eksik yapması sebebiyle hizmet kusuru işlediği açıktır. Davacının maddi tazminat isteminin davalı idarenin kusuru oranında tazmin edilmesi gerekirken, davalı idarenin kusursuz bulunduğundan hareketle verilen Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.(8)

Danıştay 15. Hukuk Dairesinin 14.04.2016 tarihli kararı:

Poliklinik olay günü faaliyete geçirilmiştir. Bilirkişi raporuna göre, olay esnasında merdiven ve sahanlığın korkuluksuz olduğu, olayın meydana geldiği esnada olay yerinde gerekli ikaz ve uyarı levhalarının olmadığı, müteveffanın ise, yeterli dikkat ve özeni göstermemesi sonucu düşerek hayatını kaybetmesinde tali kusurlu olduğu; İdareye yüklenen hizmet kusurunun ağırlığı dikkate alınarak, tazminat isteminin kabul edilmesi gerekir. (9)

 

11-İdarilik niteliğini kaybeden eylemler:

Gerek Anayasa gerekse 2577 sayılı İYUK’ DA idarilik niteliğini kaybeden eylemler ile idari eylemler arasında herhangi bir fark yoktur. Bu nedenle her tür eylemlerin idarilik vasfını yitirdiği, bu sebeple idari yargının görevli olmayacağı görüşü doğru değildir. İdari eylem ve işlemlerden doğan uyuşmazlıklar bakımından genel görevli yargı yeri idare mahkemeleridir. Adli yargı yerleri ancak özel düzenlemelerin varlığı halinde, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan uyuşmazlıkları çözümlemekle görevlidirler. Kural olarak idarenin zarar doğuran her türlü eylem ve işleminden doğan zararlar idari yargı yerinde dava konusu yapılmaktadır. Hizmet kusuru nedeniyle oluşan zarardan kaynaklanan davanın idare aleyhine idari yargı yerinde tam yargı davası olarak açılması gerekir.  Yargı yolu, HMK'nun 114/1-b ve 115. Maddelerinde düzenlenen ve yargılamanın her aşamasında resen gözetilecek olan dava şartıdır.

 

12-Sonuç:

            Yukarıda da bahsettiğimiz üzere idare hukukunda manevi tazminat konusu Yüksek mahkeme kararları ile hukuk sistemimize girmiştir. İdarenin haksız eylem ve işlemlerinden zarar gören herkes, yapılan haksız ve hukuka aykırı işlemden dolayı işlemin iptali ile birlikte uğradığı elem ve ızdırabı, bozulan iç huzurunun yerine getirilmesini temin için manevi zararının da giderilmesini idari yargıda açacağı tam yargı davası ile talep edebilecektir. Sadece, idari işlem ve eylemin iptalini dava edebileceği gibi, verilecek karardan sonra altmış günlük süreye uymak koşulu ile ayrıca manevi tazminat davası da açabilecektir. Açılacak manevi tazminat talepli dava idari yargıda açılmalıdır.

 

İSTANBUL BAROSU DERGİSİ MART-NİSAN 2022

 

Kaynakça:

(1)Y.H.G.K. 2000/4-843 E. 2000-856 K.

(2)Y.İ.B.B.G.K. 7/2

(3)Y.H.G.K 2006/4-309 E. 2006-369 K.

(4)Y.H.G.K. 2012/4-379 E. 2012-912 K.

(5)Y.H.G.K. 2003/11-756 E. 20003-743 K.

(6)Y.4.H.D. 2014-5242 E. 2014-6945 K.

(7)D.15.H.D. 2013-4386 E. 2016-2236 K.

(8)D.15.H.D.2013-10680 E. 2016-2577 K.

(9)D.15.H.D. 2013-4232 E. 2016-2615 K.